Sanayi Toplumundan Sanayi Sonrası Topluma Farklılasan Gençlik Hallerinin Sosyolojik Görünümü
1. Giris
Gençligin, modernizmin bir ürünü olarak kentlesme, endüstri devrimi
ve egitim alanındaki reformlar sonucu, bugün anladıgımız anlamda bir
toplumsal kategori olarak ortaya çıktıgını gençlik konusunda yapılan çesitli
tarihsel arastırmalardan ögreniyoruz. Aries (1962) ’in belirttigi gibi, çocukluk
evresi pre-kapitalist dönemde, toplumda yetiskinlerden bagımsız bir kusak ve
yas kategorisi olarak degil, sadece “yetiskinlerin minyatürü” (küçük yetiskinler)
olarak görülüyordu. Levi ve Schmitt, “Batı’da Gençlerin Tarihi” adlı
eserlerinde; gençligin biyolojik ve statik bir kimlik olmaktan ziyade, dönemin
sosyo-kültürel yapısına uyum gösteren bir toplumsal kategori olmasından yola
çıkarak, Antik dönemden modern sanayi toplumlarına kadar gençligin farklı
sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik sartlarda hangi degisim ve dönüsümleri
geçirdigini incelemislerdir. Bu eserde, sanayi öncesi toplumlarda “yetiskinlik”
ile “çocukluk” evresi arasındaki geçis dönemini ifade eden “gençligin” çok kısa
yasandıgı ve kisilerin çocukluk evresinden yetiskinlige simdi oldugu gibi uzun
bir dönemin sonunda degil, farklı ritüel ya da törenlerle kısa süreli bir geçis
asamasından sonra yetiskin yasama dahil oldukları, çesitli toplumsal
süreçlerden ve bu toplumlardaki yetiskinlige geçis seremonilerinden yola
çıkılarak gösterilmistir. Toplumda gençlik döneminin süresinin uzaması ise 19.
yüzyıl sonrasında “kentlesme”, “sanayilesme” ve “okullasma” gibi sosyal
süreçlerin vuku bulması sonucu gerçeklesmistir. Yani “gençlik” bir bakıma
modernizm ile birlikte dogmus ve zamanla insan yasamının gittikçe uzayan bir
evresi olma özelligine sahip olmustur. Örnegin son yıllarda Avrupa ve
Amerika’da oldugu gibi ülkemiz için de geçerli olan yüksek lisans ve doktora
yapan gençlerin sayısındaki artıs, eskiden ortalama 16-25 yas arası olarak kabul
edilen gençlik döneminin simdilerde 30’lu yaslar sınırına dayanmasına neden
olmaktadır (Lüküslü, 2005:69-70).
Sanayi toplumunda isin ihtisaslasması bireylerin de ihtisaslasmasına
neden olmustur. Dolayısıyla toplumda artan isbölümü bireylerin gitgide daha
uzun süreli ve uzmanlasmıs bir egitim almalarını gerektirecek bir çesitlilik
göstermeye baslamıstır. Egitim süresinin uzaması, gençlik ile olgunluk çagının
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
159
sorumluluklarına yaklasma arasındaki mesafeyi de giderek açmıstır.
Toplumdaki bu ekonomik canlanma, gençlerin hemen üretim sistemine
girmesine izin vermemekte ve gençligin yeni toplumsal düzene uyumu için
yetistirilecekleri egitim ortamlarının düzenlemesine gereksinim duymaktadır.
Bu da gençler açısından toplumda üretim zorunlulugunun henüz zorlayıcı bir
faktör olmadıgı anlamına gelmektedir. Böylelikle gençlik dönemi insan
yasamının daha çok sey ögrenilebildigi bir yetisme dönemi haline gelmis
olmaktadır (Spenle, 1980:88).
Önce biyolojik bir nedenle (daha erken erinlik yası) ve daha sonra
toplumsal bir nedenle (ögrenim süresinin uzamasına ve meslek yasamına daha
geç girmeye baglı olarak) gençlik halinin uzaması, günümüzde gençligin kendi
referans sistemine sahip ayrı bir alt kültür grubu olarak tanımlanıp, kabul
edilmesinde etken bir rol oynamıstır (Spenle, 1980:8). Bir anlamda gençligin
demokratiklesmesi olarak da yorumlanabilecek olan bu süreç, sanayilesen
toplumların alt sınıflarının gelir ve refah artısından kısmen pay almaya
baslamasıyla birlikte hanelerin üretmeden tüketecek bu genç üyelerinin
asalaklıklarını finanse edebilecek bir gelire kavusmaları ve insanın ortalama
ömrünün uzamasıyla baslamıstır, ortalama insanın bu yeni toplumda isçi
olabilmek için bile ögrenim görmesi, en azından okuma yazma ögrenmesi
gerekmesiyle devam etmistir (_nanır, 2005:39).
Genç bu dönemde yavas yavas ailesinden koparak bagımsız bir biçimde
yasamaya baslar. Fakat genç yönünden nice beklentiye ve aynı zamanda nice
korku ve endiseye konu olan bu husus, bütün toplumlarda aynı biçimde ortaya
çıkmamaktadır. Aile tipinin ataerkil oldugu toplumlarda, genç yetiskinler
evlendigi ve çocukları oldugunda bile baba otoritesi altında ve çogu zaman mali
bakımdan da ailesine bagımlı kalmayı sürdürerek yasamını devam ettirmektedir
(Spenle, 1980:86).
Aynı sekilde sanayi toplumunda ailenin islevleri de degismistir. Aile
tarım toplumunda oldugu gibi artık bir üretim birligi olmaktan çıkmıstır. Baba
çogu zaman dısarıda çalısmaktadır. Ev ile is yeri mekân olarak birbirinden
ayrılmıstır. Devlet gitgide egitim, ögretim ve bos zamanların degerlendirilmesi
gibi geçmiste ailenin yerine getirdigi birçok toplumsal islevi yüklenmistir.
Toplum gitgide çocukların evdeki egitimine gazetelerle, televizyonla, kitaplarla,
bilgisayarla ve çesitli kurslar aracılıgıyla müdahale etmeye baslamıstır. Böylece
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
160
bu süreçte bir anlamda ailenin de gitgide çocukları üzerindeki bazı haklarını
yitirdikleri düsünülebilir (Spenle, 1980:91).
Gençlik dönemi pek çokları için stresli bir dönemdir. Bu dönemde
yasanan bedensel gelismelerle birlikte gençler; ev ve okul ortamlarının sınırları
içinde gerçeklestiremedikleri informel eylemleri, farklı toplumsal deneyimlerde
aramaya baslarlar. Birbirinden ayrılmaz bir ikili olusturan aile ve televizyon
artık çogu gencin aradıgı uyarıcılıgı vermekten uzaktır. Gençler tipik olarak
aileleriyle daha az zaman geçirmeye baslarlar, akran gruplarıyla daha çok
etkilesim içinde bulunurlar, günlük islerinde daha büyük bir hareketlilik
gösterirler ve kitle iletisim araçlarıyla ilgili alıskanlıklarını degistirirler.
Dolayısıyla ana babaların bu yastaki çocukların toplumsallasmasındaki rolü
önemini gitgide yitirmektedir. Nasıl yasanacagına iliskin toplumda var olan ve
sunulan bilgi kaynakları, gelenekler, örfler, adetler ve modeller konusunda
gençler arasında genel bir yeniden yönelim söz konusudur. Tıpkı televizyon gibi
film, radyo ve özellikle popüler müzik de akran grubu yasantılarının bir
parçasını olusturmaktadır (Lull, 2000:43).
Sanayi kentlerinin olusmaya baslamasıyla toplumda aile gitgide
küçülerek sadece anne, baba ve bir ya da birkaç çocuktan olusan çekirdek aileye
dönüsmüstür. Böylece ailede bütün duygusal iliskiler daha az kisiye
paylastırıldıgı için daha yogun yasanmaya baslanmıstır. Kuskusuz bu durum
gençlerin aile fertleriyle çatısma olasılıgını ve siddetini de arttırmıstır. Aile
içinde artık çocukları, genis ailede oldugu gibi her zaman dogrudan dogruya ana
babaya basvurmaktan alıkoyacak ara yastan hısımlar bulunmadıgı için ana
babalar ve çocuklar arasında daha derin kültürel ve psikolojik uçurumlar
olusmaya baslamıstır. Bourdieu, yas temelli toplumsal sınıflandırmanın gücü
elinde bulunduran yetiskinler tarafından gençlerin hayat imkânlarını ve hareket
sınırlarını belirlemekte kullanıldıgını ve gençlerin sahip oldukları imkânların
gençler ile büyükler arasında bir mücadele sürecinde toplumsal olarak
belirlendigini söylemektedir. Bu süreçte her ne kadar büyüklerin tanımları
gençlerin kendilerini ve parçası oldukları kusagı algılamalarında etkili olsa da
artık gençlerin tanımları ve beklentileri ile yetiskinlerin ki arasında birtakım
anlayıs farklılıkları ortaya çıkmaya baslamıstır (Alemdaroglu, 2005:24).
Genel olarak insan yasamının ayrı ve özel bir yas dönemi olarak ele
alınsa da toplumlardaki gençlik algısının degisik sosyal pozisyonlar açısından
farklı sosyal, kültürel ve psikolojik boyutlar içerdigi söylenebilir. Bir örnek
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
161
vermek gerekirse, 23 yasında üniversite egitimi gören bir ögrenci genç ile 15
yasından beri çalısan, evlenmis ve çocuk sahibi olan ama yine 23 yasında olan
bir gencin, benzer davranıs kalıplarına, tutumlarına ve yasama algısına sahip
oldugunu söylemek mümkün degildir. Üniversiteli genç, genç olma halini en
azından askere gidinceye, is buluncaya veya evleninceye kadar sürdürecek
olmasına ragmen, çalısan genç artık aile sorumlulugu ve geçim gibi sosyal
görevler üstlenerek yetiskinler kategorisine girmistir. Baska bir deyisle
gençlikten bahsedildigi zaman homojen (türdes) bir toplumsal kategoriden söz
etmenin kolay olmadıgı açıktır (Kentel, 2005:13).
Bütün çaglarda gençlerin kisisel özellikleri benzerlikler göstermektedir.
Bu anlamda Aristo 2300 yıl önce gençligin baslıca özelliklerini çok çarpıcı ve
özlü bir biçimde su cümlelerle ifade etmistir: “Gençlerin istekleri pek çoktur ve
bunları hemen eyleme dönüstürmek isterler. Bedensel isteklerine karsı
koyamaz, özellikle cinsel isteklerine yenilirler ve çok degiskendirler, istekleri
geçicidir, hasta bir insanın açlıgı ve susuzlugu gibi birden parlar, birden söner.
Tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. Kendilerini içgüdülerine kaptırırlar,
tutkuların kölesi olurlar. _steklerinin önüne dikilen en küçük engele bile
katlanamazlar. Eli açık ve iyilikseverdirler, çünkü kötülükleri tanımamıstırlar.
Çabuk güvenir, çabuk baglanırlar. Çünkü aldatılmamıslardır. Yüksek amaçları
ve hayalleri vardır. Gençler yanılınca çok yanılırlar. Sevgide de nefrette de
asırıya kaçarlar. Her seyi bildiklerini sanır, onun için yanlıslarında sonuna dek
direnirler (Yörükoglu, 1993:20).
Pek çok arastırmacı gençlik dönemini fırtınalı, dengesiz, degisken
çatısmalı ve stresli bir dönem olarak kabul etmektedir. Bu dönemin sınırlarının
belirlenmesi oldukça güçtür. Ancak genel olarak kabul gören sınıflamaya göre
gençlik: Erinlik dönemi (12-15 yas), ilk ergenlik dönemi (15-17 yas), ve son
ergenlik dönemi (17-24 yas) seklinde üç döneme ayrılabilir. Gençlik dönemi
çok hızlı seyreden bir gelisme sürecidir. Bu süreç farklı toplumsal yapı ve
kültürlerin kendi özgül dinamiklerine göre tanımlanmaktadır. Ancak bütün
toplumlar için gençligin tanımını, süresini ve siddetini belirleyen bazı ortak
noktalar da bulunmaktadır. Bunlar, gencin sevgi arayısı ve beklentisi, kimlik
arayısı, idealizmin yarattıgı çatısmalar, meslek seçimi, yetiskin degerlerini
kabul etmede yasanan problemler, otorite ile olan iliskide yasanan zorluklar vb.
seklinde özetlenebilir (Ulusoy, Demir ve Baran, 2005:368).
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
162
Gençlik dönemi; gencin toplumsal üretim iliskilerine dahil olup
olmadıgına, içinde yasadıgı toplum ve dünya hakkındaki bilgilenme içerigine,
aileye bagımlı olup olmama durumuna, üstlendigi sorumluluklara ve evlenme
gibi yasam süresine göre uzayıp kısalmakta, daha dogrusu kapsamı, boyutları ve
nitelikleri sosyolojik açıdan degisim gösteren bir yasam evresi olarak
degerlendirilebilir (_nanır, 2005:39). Bu baglamda Türkiye’deki genç nüfusu
farklı sosyolojik konumlarına göre asagıdaki gibi sınıflandırmak mümkündür.
Buna göre ülkemizde:
1. Egitim sürecinde bulunan ögrenci gençlik
a) Orta ögretim gençligi
b)Yüksek ögretim gençligi
2. Örgün egitim dısında bulunan okul dısı gençlik
a) Kırsal alan gençligi: Köy ve kasaba gençligi
b) _sçi gençlik
c) Asker ve askerligini yapmakta olan gençlik
d) Çalısan gençlik
e) _ssiz gençlik,
f) Gecekondu gençligi,
g) Çesitli isimler altında ortaya çıkan alt kültür gençligi
3) Durumu özellik arz eden gençlik:
a) bedenen ve zihnen özürlü gençlik,
b) Suçlu-hükümlü, tutuklu gençlik
4) Yurt dısı gençligi
a) _kinci kusak gençlik,
b) Yurt dısından dönen gençlik
gibi çok çesitli gençlik hallerinden ve kategorilerinden bahsetmek mümkündür
(Gençlik ve Spor Bakanlıgı, 1973:12).
Bu kategorilerin hangisine dahil olursa olsun Türk gençligi; istihdam,
egitim, saglık, barınma, beslenme ve bos zaman degerlendirme faaliyetleri ile
ilgili çesitli toplumsal, kültürel ve psikolojik sorunlarla karsı karsıyadır. Bu
sorunlar her grupta nitelik ve derece itibariyle çesitlilik gösterebilir (Dogan,
1991:569). Sosyal ve kültürel çevreleri, toplumsal kökenleri farklı olan bu
gençlik kesimlerinin zaman, mekan ve içinde bulundukları sosyo-ekonomik
kosullara göre sorunlarının da farklı olması dogaldır (Bayhan, 2002:26).
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
163
Özellikle 1980 sonrasındaki ekonomik ve sosyal dönüsümler dikkate
alındıgında; girisimci sanayi ve ticaret kesimi henüz olusmamıs, dolayısıyla
batılı toplumların sosyo-ekonomik kalkınma stratejilerini gelistiremeyen
Türkiye’de; iç göç, çarpık kentlesme, hızlı nüfus artısı, geçim sıkıntısı, dengesiz
gelir dagılımı, saglık alanındaki yetersizlikler, toplumdaki egitimin nitelik
düzeyi ve issizlik gibi birbiriyle baglantılı çok çesitli sosyal problem alanlarının
olustugu ve kronik hale geldigi görülmektedir. Bu problemler kısa zamanda
ahlak ve degerler alanına da sıçramıstır. Çalısmadan, kısa yoldan köse dönme
anlayısının medyada karsılıgını bulan somut biçimleri, televizyon vasıtasıyla
sunulan gösterisli hayatlar, bu hayat standartlarına uygun sosyo-ekonomik ve
sosyo-kültürel araçlara sahip olmayan toplumsal kesimlerde güvensizlik, hayal
kırıklıgı, umutsuzluk, yılgınlık, kuralsızlık ve degersizlik gibi anomik ve
yabancılasmıs, saglıksız bir toplumsal yapı halinin, toplumun gelecek
kusaklarını teskil edecek olan genç kesimler üzerinde etkiye neden olmaktadır.
Televizyonlarda sunulan “televole kültürü” bireylerde gösterisli ve kısa yoldan
köse dönülen bir hayata özlemi artırmaktadır (Bayhan, 2006:45). Geleneksel
degerlerin ve ahlaki degerlerin önemini yitirmesi, kültür muhtevamız içinde çok
güzel örneklerine sahip oldugumuz hosgörü, kanaatkârlık, yardımseverlik, gibi
demokratik degerlerin anlamını yitirmesi toplumsal çözülmenin yasandıgı bir
kültürel yozlasmaya neden olmaktadır. Para sevgisinin ön plana çıktıgı
günümüzde gençlik, Makyevelist bir dünya görüsünü benimser hale
gelmislerdir (Armagan, 2004:58).
2. Batı’da Gençligin Toplumsal Kimligi ve Gençlik Arastırmaları
Sosyolojik açıdan bir alt kültür grubu olarak niteleyebilecegimiz
“gençlik kültürü” esas olarak yapısal fonksiyonalist yaklasımı benimseyen
yazarlar ile onları elestirenler arasındaki yogun tartısmalara konu olmus bir
alandır. Gençlik kültürleri ya ergenlik deneyiminin içerdigi faktörlerle ya da
genç insanların harcamaları ve bos zaman faaliyetlerinin, reklamb ve diger kitle
iletisim araçlarının etkisi sonucunda manipüle edilmesiyle açıklanır. Sanayi
b Reklâmın manipülatif etkisi konusunda Wernick (1996:64) reklâmlarda gösterilen mutlu tüketicilerin, maddilesme denizinde
sakinlesmekte olduklarını vurgulayarak onların mutluluklarının sihirli bir maskeyle ilettikleri nesneler kadar duragan oldugundan
bahseder. Diger yandan, ürünü destekleyen varlıklı olma imajı, onu edilgen biçimde tatmin olmakta odaklanan bütünsel bir paradigma
içerisinde tüketme arzusunu ortaya koymaktadır. _maj reklâmcılıgının vaat ettigi belirsizlik onun ihtiyaç ile istek arasındaki açık ayırımı
ortadan kaldırması göz önüne alındıgında, bütün bunlar reklam sektörü için olumlu bir antirasyonel karakter tasıyabilir. Reklâmcılıgın
sürekli olarak kıskırttıgı arzu, onun degerlendirilebilecegi bütün rasyonel ölçütleri (maddi, ahlaki, estetik, politik ölçütleri) bir kenara
koymaktadır.
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
164
toplumunda ev, okul ve isin islevsel bakımdan birbirinden ayrılmasının gençleri
yetiskin yasamından giderek daha gözle görülür biçimde kopardıgı, kendilerinin
daha çok farkına varılmalarını sagladıgı ve anne babalarının ya da baska
yetiskinlerden ziyade arkadas gruplarının (akran gruplarının) etkisine açık bir
hale getirdigi düsünülmektedir. Fakat ikinci dünya savasından sonraki yıllarda
gençlerin özellikle çalısıyorlarsa refah içinde yasamaları, özellikle genç
tüketicileri hedef alan genis ve karlı bir mal ve hizmetler pazarının ortaya çıkıp
büyümesini tesvik etmis, buna baglı olarak da pek çogunun kaynagı ABD olan
özgün gençlik modaları ve giyim, müzik ve bos zaman geçirme tarzları
sekillenmistir (Marshall, 1999:264).
19. yüzyılla beraber batılı ülkelerde gençligin ulus devletlerin ve farklı
ideolojilerin sembolü oldugu görülmüs ve Avrupa’da ulus devlet kurulma
süreçlerinde ve milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde gençlerin; dinamizm,
ilerleme ve yeniligin sembolü olma görevini üstlendikleri görülmüstür.
Gençlerin ülkenin gelecegi olarak algılandıkları ve ulus devletin küçük askerleri
olarak görüldügü bu dönem 1950’lerde gençlik alt kültürlerinin olusmasıyla
kesintiye ugramıstır. Blue jean, pantolonlar, rock’n roll müzigi ve sinema
filmleri gibi yeni tüketim kalıplarının ortaya çıkısı, gençlerin yetiskinlerden
farkını açıkça ortaya koyan yasam biçimleri olarak belirmistir. Böylelikle
1950’lerden sonra bir yandan gençlik kültürünün, diger yandan gençlik
hareketinin gözle görülür bir hal aldıgı bu dönemde gençlik teması önemli bir
analiz konusu olarak sosyal bilimlerdeki yerini de almıstır (Lüküslü, 2005:70).
Bugün anladıgımız anlamdaki gençligin kökleri 2. dünya savasının
ertesindeki bolluk döneminde kolayca yüksek gelirli bir is bulabilen ya da
ailelerinin refah artısından yararlanarak yüksek ögrenime devam eden
Amerikalı kusaga kadar gitmektedir. Aileleri ile bagları zayıflayan, böylelikle
geleneksel tüketim kalıplarına uymak zorunda olmayan bu harçlıgı bol kesime
hitap eden büyük eglence endüstrileri ve sirketler, televizyonun icadı ile
bambaska bir boyut kazanan kitle iletisiminin olanaklarından yararlanan
pazarlama anlayıslarıyla hedefi gençler olan modalarc, giyim kusam biçimleri,
c Simmel, modanın katmanlasma sisteminde rol oynadıgını belirtmistir. Moda sınıfsal bölünmenin bir ürünüdür ve belirli bir çevreyi bir
arada tutma ve aynı zamanda bunu digerlerine kapatma ikili islevini yerine getirir. Moda, yüksek statülü grupların, alt-statülü gruplarla
olan farklılıklarını sembolize etme ihtiyaçlarına yanıt verir ve bu, alt statülü grupların daha yüksek-statüye yönelmesine olanak saglar.
Sonuç, asla son bulmayan bir yakalamaca (catch-up) oyunudur. Modalar alt gruplara dogru uzandıgı zaman, yüksek statülü gruplar yeni
tarzlara olan istekle onları terk edecektir. Simmel’in burada sundugu imge, üstünlügün bir isareti olarak kullanılan tüketim maddeleri ve
kültürel begenilerin imgesidir. Simmel, modanın temel dinamigini; bir yanda imrenme, esitlesme ve taklit, beri yandaysa farklılasma,
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
165
müzikd ve yeni tüketim biçimleri dogurmustur ve gençlik tamamen özgün bir
hayat evresi olarak belirmistir (_nanır, 2005:39). Böylelikle Parsons’ın da
belirttigi gibi gençlik, tüketim, zevk veren özgür zaman etkinlikleri ve
sorumsuzluklarıyla üretici rutin islere uyum saglayabilen ve sorumluluklarının
farkında olan yetiskinlerden ayrı bir kültür gelistirmistir (Akan, 1994:874).
Gençler ile yetiskinler arasındaki sosyo-kültürel farkın ortaya çıkması,
“kusak” (generation) kavramını, 1950 ile 1970 yılları arasında gerçeklestirilen
gençlik analizlerinin odak noktası haline getirmistir. Kusak kavramı üzerine
halen bir klasik çalısma olma özelligini koruyan Mannheim’ın 1928’de kaleme
aldıgı ve 1952’de _ngilizce’ye çevrilen “Das Problem der Generationen” adlı
makalesinde kusagın tıpkı ait olunan sosyal sınıf gibi kisilerin politik
duruslarını etkileyen bir faktör oldugunu belirtirken kusakların kendi içlerinde
homojen olmadıklarını da vurgulamıstır. Mannheim’e göre her kusagın içinde
bu kusaga damgasını vuran alt gruplar (generation units) mevcut iken bu alt
grupların kusagın tümünü temsil ettigi söylenemez (Lüküslü, 2005:71).
Halen alanında klasik bir eser olma özelligini koruyan ve 1970 yılında
basılan bir baska çalısma Kültür ve Bagımlılık: Kusaklararası Uçurum Üzerine
Bir Çalısma (Culture and Commitment: A Study of the Generation Gap) da
Margaret Mead, üç farklı toplum tipini inceleyen evrimci bir sema çizmistir.
Birinci toplum tipi “postfigüratif” olarak adlandırdıgı geleneksel toplum tipidir.
Geleneksel ya da Mead’in deyimiyle postfigüratif toplumlarda gençlerin egitimi
bireysellik ve ayrım dogrultusundaki egilimlerin, toplumsal gruba baglanma ve grupla kaynasma ile öbür grup üyelerinden farklılasma
ve kendiyle onlar arasında ayrım yapma arasındaki bir uzlasma olarak görüyordu. Simmel modayı metropolisin büyümesiyle hızlanan,
modern hayatın bölük pörçüklesmesi, nevrasteni, asırı uyarım ve asabi tahrikle iliskilendirir. Modern birey modanın hararetli degismeleriyle
ve üslupların sersemletici çogulluguyla karsı karsıya gelir. Ama Simmel’e göre nesnel kültürde, gözle görülür kamusal kültürde
belirgin olan zamanın kendine özgü üslubu, bireylerin kendi öznelliklerini dısa vurmaya çalıstıkları iç dünyanın üsluplastırılmasıyla
telafi ediliyordu (Smith, 2005:188).
Moda, Chaney’nin (1999:144) de belirttigi gibi bireysel seçimlere hükmeden toplumsal beklentilerin hem zaman içinde, hem de
toplumsal gruplar içinde ve arasında düzenli olarak degistigi ve degismesinin beklendigi, esya, hizmet ve eglence sekillerine ait bütün
kullanılıs yolları anlamına gelmektedir. Dolayısıyla modanın bireysel ve toplumsal kimlikler arasında bir köprü olusturma özelligi
bulunmaktadır.
d Lull (1985)’un belirttigi gibi bir araca etkin olarak katılım aracın toplumsallasma etmeni olarak sahip oldugu potansiyeli
arttırmaktadır ve bunun da en dramatik örnegi gençlerin popüler müzik dinledikleri anlardaki hareketleridir. Çogu popüler müzik
parçasının sert ritmi cinsellik dolu sözleri ve saldırgan tonu onlara kendilerini özdeslestirecekleri bolca popüler kültür materyali ve
kisisel ve kisilerarası amaçları için kullanacakları bir kaynak vermek suretiyle pek çok gencin duygusal karakteriyle bütünlesmektedir.
Genel olarak gençler müzigi her seviyedeki otoriteye karsı çıkmak, kisiliklerini ortaya koymak, akran iliskileri ve duygusal baglar
gelistirmek ve ana babalarının ve okulların kendilerine anlatmadıgı seyleri ögrenmek için kullanırlar. Gençler müzigi ana babalarından
bagımsızlıklarını ilan etme gereksinimlerini gidermek için de kullanırlar (Hebdige, 1979).
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
166
yetiskinler tarafından saglanır. Yetiskinler sosyalizasyon sürecinin patronudur
ve gençlere model olma görevini üstlenir. Bir baska deyisle gençlerin
önlerindeki örnek yetiskinlerdir. Mead’in “Cofigüratif” toplumlar adını verdigi
ikinci toplum tipi olan modern toplumlarda ise gençlerin egitimi bir yandan
yetiskinler tarafından verilirken aynı zamanda gençler arkadasları ve toplumsal
kitle araçlarından da bir takım seyler ögrenirler. Bu toplum modeli kusak
çatısmasını da beraberinde getirmistir. Gençler ve yetiskinlerin degerleri
arasında çatısma yasanır ve gençler ancak kendilerini yetistiren yetiskinlere
karsı çıkarak özgürlesebilir. Üçüncü tip toplumlar ise Mead’in deyimiyle
“prefigüratif” toplumlar, yeni yasanmakta olan dönemin toplumlarını temsil
eder. Bu toplumlardaki degisim o kadar büyük ve derindir ki, yetiskinler bu
degisime ayak uyduramazlar. Gençler ancak kendi yasıtlarından bir seyler
ögrenebilir. Bir baska deyisle kusaklararası bir uçurum yasanmaktadır. Dubet
ise Mead’in semasını tarihsel ve evrimci bir anlayısla okumak yerine her üç
sosyalizasyon tipinin de aynı anda görüldügü bir degerlendirmeyi önermistir.
Günümüz toplumları aynı anda hem postfigüratif hem cofigüratif hem de
prefigüratiftirler. Bunu günümüz toplumları hem geleneksel, hem modern, hem
de postmoderndirler diye ifade etmek de mümkündür. Toplumlar bir yandan
postfigüratiftir: çünkü gençler varolan eski bir dünyaya dogarlar,
cofigüratiftirler çünkü gençler bir yandan yetiskinlerden (özellikle anne babalar
ve egitimciler) diger yandan yasıtlarından ve medyadan da aynı sekilde
etkilenirler ve nihayet toplumlar prefigüratiftir, çünkü yetiskinler yeni dünyaya
ayak uydurmakta zorlanmaktadırlar ve gençler yetiskinlerden çok arkadasları
(akran grupları) tarafından egitilmektedir (Lüküslü, 2005:69-71).
Sınıf, Batı’da gençlik konusunda yapılan ilk sosyolojik arastırmaların
temelini olusturmaktadır. Siyasal görüsler ve konumlar gençligin sınıf kültürüne
karsı giristikleri karmasık pazarlıgın yansımaları olarak görülmektedir. Yüksek
sanayilesme düzeyindeki Batılı kapitalist toplumlar baglamında ister geç
modern, ister postmodern, ister sanayi sonrası (post endüstriyel) ya da tamamen
küresellesmis olarak tanımlansınlar, gençlik alt kültürlerinin ataları (punk,
modlar, rock, teddy boys) isçi sınıfı gençleri oldugundan onların siyasal
mücadelesi genellikle kapitalist sınıflı toplumun hegemonyacı kültürünün,
özelde ise isçi sınıfı kültürünün kendi içindeki bölünme ve çatısmasının
elestirisi ekseninde çerçevelenmistir. Ancak Hall ve Jefferson (1976) çıgır açan
“Ritüeller Aracılıgı _le Direnis” (Resistance Through Rituals) adlı
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
167
çalısmalarında Avrupa tarihinde gençlerin “sınıf” ve “yas”a baglı olarak çifte
baglılık yasadıklarını, yani gençlerin hem sosyal sınıflar arasında hem de kendi
ebeveynleri ile farklılastıklarını savunmuslardır.
“Benzesim” ve “bricolage” gibi kavramlar bu gençlik kültürlerinin iç
dinamiklerini ve hakim yetiskin kültürüne direnis biçimlerini anlama
çabalarında önem kazanmıstır ve belirli söylem biçimlerinin (moda gibi) alt
kültür grupları tarafından tarz üzerinden yeni bir direnis biçimi üreterek nasıl
radikal bir sekilde benimsenebildigini, altüst edilebildigini ve orijinal
anlamlarını silmek ya da bozmak üzere genisletebildigini tartısmaya açmıstır.
1955 yılında yayımlanan ve “Suçlu Genç Erkekler” (Delinquent Boys) adını
tasıyan arastırmasında Cohen; suçlu alt kültürlerin ergenlik statüsü
problemlerine baglı olarak ortaya çıktıgını ileri sürmüs ve bu çerçevede okulda
ögretilenlerden hareketle, orta sınıf degerlerine özlem duyan ancak kendi
yasamlarında sınırlı ve sınıflarına özgü fırsat yapılarından kurtulamayan isçi
sınıfına mensup gençlerin yasadıkları statü tıkanmasını gözler önüne sermistir.
Önlerinde mesru fırsatlar bulamayan isçi sınıfı geçlerinin, statüye, ancak
muhalif, kendilerini ifade edici, hazcı ve faydacı olmayan degerleri benimseyen
bir alt kültür aracılıgıyla ulasabileceklerini göstermistir. Cloward ve Ohlin ise
1960 yılında yayımladıkları ve “Suçluluk ve Fırsat” (Delinquency and
Opportunity) adını tasıyan çalısmalarında benzer sonuçlara ulasmıslar ve anomi
yaklasımının ögelerini Sutherland’in esitsiz etkilesim kuramıyla birlestirerek
gençlik geriliminin içsellesmis geleneksel orta sınıf hedeflerine ulasmanın
mesru araçlarının tıkanmasından kaynaklandıgını saptamıslardı. Bazı gençler bu
gerilimi yerel isçi sınıfı toplulugunun mesru olmayan fırsat yapılarına yönelerek
çözüyorlardı. Bu yollar mesru fırsatlardan ayrı olarak basarıya götüren suçlu ya
da çatısmalı araçlar da sunmaktaydı. Uyusturucu ya da alkole sıgınma gibi geri
çekilmeci davranıslarsa gerek mesru gerekse mesru olmayan girisim alanlarında
yasanan çifte basarısızlıga isaret etmekteydi (Marshall, 1999:17).
1970’lerde ise _ngiltere’nin Birmingham sehrindeki Çagdas Kültürel
Çalısmalar Merkezinde (CCCS) yürütülen çalısmalarda; Avrupa’da gençligin,
özellikle de isçi sınıfı gençliginin, hiçe sayılan sınıflarına ve mesleki
pozisyonlarına sembolik olarak dayanmalarını ve bunlardan geçici olarak
kaçmalarını saglayan “çözümleri” (“sihirli” çözümler olarak isimlendirilmis
çözümleri) yaratıcı bir sekilde nasıl buldukları konusuyla ilgilenilmistir (Hall ve
Jefferson, 1976). Hall ve Jefferson’a göre (1976), bu gençlikte, yetiskin
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
168
kültürünün kuralcı sosyal düzenine karsı duyulan memnuniyetsizlik, bos zaman
faaliyetleri ve çesitli alt kültür tarzları ile ifade ediliyordu. Giyinme, saç stili,
müzik, dil, dans ve uyusturucu kullanımı gibi kültürel yönler, bu gençlik için
büyük anlam tasımaktaydı. CCCS’nin, gençlik tüketiminin uygulamalarını ve
çesitlerini açıklayan kavramlar olarak “bricolage” ve “benzesim”i
kullanmasının özel bir önemi vardı. “Benzesim”, kültürel toplulukların
yapısının ve içeriginin paralel olması ve sosyal grubun yapısını, stilini, tipik
kaygılarını, tutumlarını ve duygularını yansıtma seklidir (Willis, 1978, s.191).
Örnegin, Willis “motosikletçi” kültüründe motosikletin nasıl bir özgürlük, güç
ve risk sembolü oldugunu ve bu degerlerin motosikletçilerin merkezi bakıs
açılarıyla benzer oldugunu tanımlamıstır. Clarke (1976:177), Levi-Strauss’un
“bricolage” kavramını, “zaten kullanılan nesnelere eklenmis anlamları içeren bir
anlamlar sistemi içerisinde yeni anlamı iletmek için nesnelerin yeniden
düzenlenmesi ve yeniden kavramsallastırması” olarak tanımlamıstır. Hebdige
(1979:107), “bir igne, bir plastik giysi askısı, bir televizyon parçası, bir ustura
bıçagı, bir tampon gibi niteliksiz ve özelligi olmayan maddelerin punk
modasına” nasıl entegre edildigini göstermek için punk-rock alt kültürü
analizinde bu kavramı kullanmıstır. Bu nedenle, bu hareketli gençlik kültürleri
için, hosnutsuzluk ve düs kırıklıgı, bu tarz stilistik girisimler yoluyla ifade
edilmistir.
Hebdige, gençlerin bu yetiskin hakim kültürüne karsı baskaldırılarının
bir ifadesi olarak kullandıkları bu stilistik tarzların daha sonraki dönemde kültür
endüstrisi piyasasında nasıl ticarilestirilerek birer kitle ürünüe haline
getirildiginden bahseder. Suç ve yabancılasmıs gençlik imgelerinin, kentsel
bunalım ve ruhsal sürüklenme görüntülerinin nasıl popüler Amerikan malları
etrafında bir araya geldigini ve _ngiliz; sagduyusunda nasıl bir tortu bıraktıgını
tanımlamaktadır. Özellikle Amerikan fast-food’u, düsen kültürel standartların
e Daha önce üzerinde durulan 2. dünya savası sonrası özellikle _ngiltere’de ortaya çıkan ve hakim yetiskin kültüründen farklarını kendi
özgün biçimleriyle ortaya koyan dısavurumcu tepkilere sahip isçi sınıfına mensup çesitli gençlik alt kültürlerinin kullandıkları esyaları,
takıları, giysileri, kısacası yasam tarzlarını (hippi, punk, beatnik, rock, teddy boys, gibi) olusturan tarihi, toplumsal ve kültürel sartların
ortadan kalkmasıyla zaman içerisinde popüler kültür piyasasının esin kaynagı olmuslardır. Bu endüstri tarafından gasp edilmistir.
Baslangıçta yerlesik yetiskin kültürüne direnisi sembolize eden bu protest gençlik alt kültür gruplarının kullandıgı semboller ve ritüeller
zamanla kültür endüstrisi tarafından uyarlanarak kitlesellestirilip ilk hallerinin tam zıddına dönüstürülmüsler, birer popüler kültür
biçimi haline getirilip degisim degerine sahip olan mamul madde haline dolayısıyla ticaretin konusu haline getirilerek metalastırılmıs,
daha sonraları da tüketildikçe tedavülden kaldırılmıs ve kaybolmaya yüz tutarak yerlerini yeni popüler kültür nesnelerine
bırakmıslardır.
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
169
temel göstergesi haline gelmistir. Böylece, artık televizyonda “Amerikanlasma”
olgusu bastan asagı bir ticarilesme, bayagılık ve geleneklerin yıkılması
anlamına gelmektedir (Morley ve Robins, 1997:85).
1970’lerin ortalarından itibaren Avrupa toplumlarında, bagımsız genç
tüketicisi ile gençlik isyanı nosyonunun yıkıldıgı görülmeye baslanmıstır.
Dolayısıyla gençlik sosyolojisi arastırmalarının odak noktası da gençligi
kapsayan is piyasasına ve issizligin artmasına baglı olarak esnek istihdama karsı
daha zayıf konumda bulunmakta olan gençlerin bundan dolayı artık evlerine,
ailelerine bagımlı hale gelmeleri olgusuna kaymıstır (Marshall, 1999:265).
3. Türkiye’de Gençligin Toplumsal Kimligi
Gençlik sosyolojisine iliskin literatür incelendiginde üç farklı
yaklasımın hakim oldugu görülmektedir. Öncülügünü Marcuse’un yaptıgı
birinci bakıs açısı, gençligi homojen bir kitle olarak kabul ederken, ikincisi ise
Bourdieu’nun gençligi sadece bir kelimeden ibaret gören ve gençligin homojen
bir grup olmadıgını ve sosyal statüye göre farklı gençliklerin oldugunu
vurgulayan yaklasımdır. Dubet’nin savundugu üçüncü bakıs açısına göre ise
gençler her ne kadar ait oldukları sosyal kategoriye göre farklılık gösterseler de
aynı dönemde dogmus olmak, benzer seyleri yasamıs olmak, vs. gibi bazı ortak
deneyimleri paylasırlar (Lüküslü, 2005:35).
Günümüzde gençlik hakkında yapılmıs sosyal içerikli arastırmalar
incelendiginde baslıca iki yönelim açık bir sekilde göze çarpmaktadır. Bir
yandan gençler bireysellesmenin öncüleri olarak görülürlerken diger yandan bu
bireysellesmenin yarattıgı krizler de ortaya serilmektedir. Neo-liberal,
bireysellesme çagının kazançlı kesimleri oldugu kadar kaybedenleri de
ortadadır. Kurulan gençlik çeteleri, gençlerin yarattıgı ya da kurbanı oldugu
siddet, bunalım, egitim sorunları, issizlik, uyusturucu bagımlılıgı vs. gençlik
deyince günümüzde ilk akla gelen temalar olarak yerlerini almaktadır. Homojen
bir kitle olmayan gençlige bakıs da homojen olamamaktadır. Gençlik bir yandan
umudu simgelerken diger yandan da sorunlu bir yasam evresini, temsil
etmektedir. Gençlerle bir yandan gurur duyulmakta öte yandan ise onlardan
korkulmaktadır. Tıpkı bireysellesme için bir taraftan övücü ve özgürlestirici bir
sekilde bahsedilirken diger taraftan olumsuzluklarından bahsedilerek
sonuçlarından korkuldugu gibi (Lüküslü, 2005:69-72).
Türk sosyo-kültürel yapısında da yetiskinlerin gençlik hakkında
yürüttükleri hosgörülü söyleme ragmen, gençler ya sorumsuzluk, aylaklık ve
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
170
hatta aptalca zevk düskünlügü ile nitelenmekte ya da onlara ülkeyi ve milleti
kurtarmak gibi kahramanlık temaları etrafında kurulmus ve gelecegin
yetiskinleri olarak hem kendileri hem de anne babaları için güvenli bir gelecek
yaratmak gibi agır sorumluluklar da yüklenmektedir. Gençligin aklı havadalıgı,
Türk toplumunda kabul görmüs bir olgu oldugu için gelip geçici hevesleri ve
arzuları ile bu dönemin mümkün oldugunca çabuk atlatılması gerektigi
düsünülmektedir (Saktanber, 2003:261).
Öte yandan sosyal bilimler alanında Türk gençligini anlama çaba ve
girisimleri simdiye kadar çogunlukla sadece bir dizi siyasal eylem ve ideolojik
söylemler üzerinden yürütülmüstür. Bu sınırlı ve sorunlu bakıs açısı gençligin
politik baglarının ya büyük ölçüde gevsemesine ya da bazı tarihsel dönüm
noktalarında oldugu gibi depolitize olmasına veya hapse girme suretiyle
tamamen kopmasına neden olmustur ki bu da Türkiye’de 1960, 1971 ve 1980
askeri müdahalelerinin siyasal miraslarından biri olarak yorumlanmaktadır
(Saktanber, 2003:261).
Günümüz Türkiye’sinde gençlik her ne kadar egitim, is, aile kurma gibi
toplumsal yapıyı yeniden üreten alanlarda eskiden olmadıgı kadar farklı
seçenekler ile karsı karsıya olsalar da, içinde yasadıkları toplumun ekonomik ve
kültürel sınırları ve sundugu imkânlar gençlerin kimlikleri ve aidiyetlerini
sekillendirmektedir. 1980 sonrası yasanan ekonomik ve toplumsal dönüsüm
sürecinde egitimin özellikle dershaneler aracılıgıyla özellestirilmesi, gençler
açısından is bulma ve iste kalmanın zorlasması, tüketimin toplumsal farklılıkları
belirleyen ve temsil eden en önemli etkinlik haline gelmesiyle gençlere sunulan
imkânlar daha önce olmadıgı kadar ailelerinin sahip oldugu ekonomik ve
kültürel sermaye tarafından belirlenir olmaya baslamıstır. Bu dönemde
bireysellige ve yasam tarzlarına yapılan vurgu, sınırlayıcı toplumsal yapılardan
bagımsızlasma, kendini gerçeklestirme, hayatın öznesi konumuna gelme ve
kendi tercihlerini belirleyebilmek olarak yorumlanabilir. Ancak bu durum aynı
zamanda bir sosyolojik çeliskiyi ortaya koymaktadır: gençlerin hayatları pek
çok alanda haberdar oldukları fakat ulasamadıkları birçok seçenek ile
çevrilmistir (Alemdaroglu, 2005:28).
1960’lı yılların sonundan itibaren ulusaldan küresele, modernden
postmoderne, Fordist üretimden esnek istihdama, sanayi toplumundan bilgi
toplumuna evrilen küresel etkiler ve bu etkilerin içerde tetikledigi 12 Eylül
darbesi, 24 Ocak ekonomik kararları ve medyalasma gibi Türkiye’nin yakın
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
171
döneminde yasadıgı sosyo-kültürel, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik tarihsel
deneyimlerin etkisiyle toplumdaki gençlik söyleminin anlamı, kapsamı, islevi,
yönü ve biçimi de dönüsüme ugramıstır (_nanır, 2005:38).Türkiye, 1960’ların
ikinci yarısından itibaren kente yeni gelmislerin yükselen toplumsal
muhalefetine paralel olarak “romantik” bir gençligin siyasallasmasına tanık
olurken bu muhalefetin önünün tıkanması ve demokrasiye entegre edilememesi
ile beraber 1970’lerle birlikte ortaya çıkan “sag-sol” kutuplasması, gençligin
asırı politize olmasını getirmistir. Göç olgusu ve refahtan pay alma arzusu
üniversitelere gelen yeni kentli gençligin birtakım ideolojilerle tanısmasına
vesile olmus, kırsal kesim gençligi kentlerde politize olmuslardır. Ancak
toplumsal muhalefete kıyasla yasanan asırı siyasallasma bu gençligi toplumdan
koparmıs ve izole etmistir. 1980’ler Türkiye’si ise “Özal’lı yıllar” olarak
liberalizmin iki farklı yüzüyle tanısmıstır. Bir yandan toplumsal uzlasmayla
depolitizasyon yasanırken, diger yandan sosyal çatlakların ortaya çıktıgı ve
buna karsılık toplumda dini duyarlılıkların artmaya basladıgı bir dönem
olmustur. Bu yılların gençligi daha çok ekonomik yönelimli gençler olarak
dikkati çekmistir. Hatta bu kusak daha önceki kusaklar tarafından genellikle
olumsuz yargılar esliginde “apolitik 80 kusagı” olarak anılmaya baslanmıstır
(Kentel, 2005:11).
1990’lara gelindiginde ise kitle iletisim araçlarının kısmen sagladıgı
serbestlik, farklı politik ve kültürel kimliklerin kendilerini ifade edebilecekleri
bir ortam yaratmıstır. Bu dönemde en belirgin ideolojik kutuplasma _slamcı ve
laikler arasında yasanmıstır. Gençler de bu ortamda saf tutmuslardır. Gençler
arasındaki bu saflasmayı irdeleyen çalısmalar her ne kadar farklı karsıt
kimliklere sahip olsalar da gençlerin kimliklerini ifade ederken ortak bir
mevhumu, bedenlerini (özellikle de örtünme ve süslenme biçimleri)
kullandıklarına dikkati çekmistir. Bu durum bazı sosyal bilimcilere göre
gençlerin bedenleri aracılıgıyla bireyselliklerini ortaya koymaları olarak
yorumlanmıstır (Alemdaroglu, 2005:23-24). Ancak gençlerin kendi hayatının
öznesi konumuna evrildiginden bahseden bu tür yorumlar ve analizler bazı
noktalarda elestiri almıstır. Öncelikle bu argümanın sadece gençler açısından
degil yetiskinler açısından da sorunlu bir degerlendirme oldugu vurgulanmıstır.
Bireylerin ne kadar kendi hayatlarının öznesi, ne kadar toplumsal yapıların
nesnesi oldukları sorusu sosyal bilimcilerin üzerinde mutabakata varamadıgı
konuların basında gelmektedir. _kinci olarak Türkiye’de gençlerin bedenleri
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
172
yoluyla kimlik insasının 90’lara özgü bir durum olmadıgı söylenebilir. Hem
68’liler hem de 78’liler ideolojilerin ve kimliklerin ifade aracı olarak
bedenlerini (saç, sakal, bıyık, kıyafet, davranıs) sekillendirmis kusaklardı.
Süphesiz 1980 sonrası dönemde serbest pazar ekonomisinin kimliklerin insası,
dönüsümü ve ifadesi konusunda sundugu çesit imkânı yadsınamaz. Fakat
tüketimde çesitlilik de kendi basına bir bagımsızlık özgürlesme ve bireysellik
anlamına gelmemektedir. Tersine çogu tüketim esyası belli bir tarz, moda,
ideoloji vs. ile gelir ve geldigi gibi de pek çok gencin bedenini sekillendirir. Bu
anlamda gençlerin ne ölçüde kendi hayatlarının öznesi olmaya evrildikleri, ne
ölçüde de farklı moda ve ideolojik akımların nesnesi oldukları tartısmalı ve
çetrefil bir sorudur. Ancak burada, gençlik denen yasam sürecinin niteligini,
“sahip olunan ekonomik ve kültürel sermayenin” (Bourdieu, 1984) belirledigi
ve gençlere devlet, toplum ve aileler tarafından sunulan imkanların ya da
imkansızlıkların genç olma halini önemli ölçüde belirledigini söyleyebiliriz
(Alemdaroglu, 2005:24).
Genel olarak tüm dünyada karsılasılan ancak Türkiye gibi ülkelerde
daha da sorunlu yasanan sosyallesme süreçlerindeki aksaklıklar, gençlerin
karsılarına çıkan ilk sorun dizisi olarak ele alınabilir. Entegrasyon ve
sosyallestirme süreçlerinin ulus devletin, cumhuriyetin en önemli
kurumlarından biri olan “okul” un giderek islevini yerine getirememesi,
vatandaslıgın olusumunda da krize yol açmaktadır. Kültürel kimlikler ön plana
çıkmakta, hatta vatandaslık bile bir kimlik haline dönüsmektedir. Devletin ve
toplumun entegrasyon sorunları yasadıgı ya da bireyleri sosyallestiremedigi bir
ortamda insanlar ve gençler “kendi sosyalliklerini” kurmaktadır ve genellikle
genç olarak saglanamayan olanaklar kısa sürede insanların kendilerini kurma
aracı olarak asırı politize olmaya ya da asırı cemaatlesmeye, bir baska deyisle
“kimlik fetisizmine” yol açmaktadır (Kentel, 2005:14). Sosyal olarak
yasanamayan hazlar ve tatmin edilemeyen duygular, gençler açısından hayal
kırıklıgına ve kültürel açıdan bir tepkiye dönüsmektedir. Kültürel farklılıklar
aynı anda politik bir kimlik olarak veya siddet biçiminde ifade edilmeye
baslanmaktadır. Böylelikle yapılan çesitli arastırmaların da gösterdigi gibi
futbol takımı taraftarlıgı, mahalle, milliyetçilik, dindarlık, vb. farklı düzeydeki
aidiyetler iç içe geçerek çesitli gençlik kesimleri açısından bir ortak payda
haline gelmektedir (Kentel, 2005:13).
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
173
Her ne kadar delikanlılık halinin bir takım biyolojik ve psikolojik
sebepleri olsa da gençlik sosyolojik bir meseledir ve her toplumsal mesele gibi
çetrefildir. Hayatın gençlik olarak nitelendirilen süreci yasanılan toplumsal
kosullara göre sekillenir. Farklı toplumsal kökenlere sahip gençler, toplumsal
siyasal ve ekonomik süreçleri farklı biçimlerde tecrübe ederler. Bu farklılıklar
üzerinde bütün kesimlerin üzerinde uzlasabilecegi bir gençlik tanımı yapmak
zorlasmaktadır. Çocuklukla yetiskinlik arasında bir geçis süreci olarak
tanımlanan gençligin evrensel bir tanımını yapmak, kendinden önceki çocukluk
ve sonraki yetiskinlik sürecinin de evrensel tanımları olmadıgı için zordur.
Gençleri ortak bir takım özelliklerle tanımlamayı saglayan etmen, toplumsal
dönüsümlerin ortak deneyimidir. Küresel ölçekli politik ve ekonomik
dönüsümler devletin toplumsal üretimi ve bölüsümü yönlendirmedeki politik
uygulamaları ve egitim ideolojisi, gençlerin yasadıkları kosulları ve toplumsal
zihniyet olusumunu biçimleyen temel faktörlerdir. Her kusak tarihsel ve
toplumsal sürecin belli bir döneminde dünyaya geldigi için o döneme özgü
ortak yasam olanaklarına ve deneyimine sahiptir. Bu ortaklık bir kusak bilincine
evrilmek zorunda degildir ancak bu kusak bilincinin temelini de bu ortak
deneyim teskil eder (Alemdaroglu, 2005:23). Bu baglamda 1980 askeri
darbesini izleyen dönemde yetisen gençler hem siyasal akıl yürütmeyi
engelleyen ve katılımı yasaklayan otoriter bir ortamda hem de serbest pazar
ekonomisinin sundugu popüler kültür degerleriyle özgürlük ve bireysellik
yanılsaması içinde büyümüslerdir. Devletin uyguladıgı otoriter politikalar
yanında 1970’lerin sonunda yasanan siyasi siddet ve devletin bu siddeti
bastırma sekline sahit olan ailelerin tutumları, daha sonraki genç kusagın
siyasete ve ülke sorunlarına ilgisiz kalmalarında etkili olmuslardır. 68 kusagının
yıllarca kendilerini, savundukları dünya görüsü ile tanımlayan temsilcileri de
çocukları için, takıntısız sınıf geçme, üniversite sınavında basarılı olma ve en az
bir yabancı dil ögrenmeyi nitelikli egitim almıs olmanın yeter sartı olarak
degerlendirip bundan fazlasını amaçlamamıslardır. 1980 sonrası dönemde
sadece Türkiye’de degil dünyanın baska yerlerinde de sıkça tekrarlanan klise,
yeni kusakların dünya ile derdi olmayan, derdi varsa da bunu siyasi olarak ifade
edecek yetenekten ve bilgiden yoksun tüketiciler olduguydu. “Depolitizasyon”
ve “tüketim” 80 sonrası kusakların zihniyet dünyalarını en iyi ifade eden
kavramlar olarak karsımıza çıkmıstır (Alemdaroglu, 2005:23).
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
174
4. Sonuç
Hakim olan toplumsal ve siyasal düzenin sosyallestirme normlarının ve
iliskilerinin dısında, kendi toplumsal kurallarıyla yasayan, farklı ve kendine
özgü iletisim biçimini, barınma, eglenme tarzını, sanatsal faaliyeti, ahlakı,
kısaca kültür adına kendine özgü bir bütünlügü yeniden üreten bir topluluk, bir
toplumsal iliskiler sistemi (Bora, 1988:5) olarak tanımlayabilecegimiz “alt
kültür” olgusu, gençlik örneginde özellikle 2. dünya savasının olumsuz
etkilerinin dısında kalan yeni gençlik kusaklarında yayılan “Beatnick” ve daha
sonra yaygınlasan “Hippi” gençlik gruplarında somut ifadesini bulmustu. Bu
gençlik alt kültürlerini egemen kültürü reddetmeye sürükleyen temel motif
tüketim toplumunun yabancılastırıcı ve metalastırıcı degerleriydi. Yerlesik
kapitalist kültürü tümüyle reddeden ve sanatı, ahlakı, sloganlarıyla anti otoriter
karsı kurumları ve iliskileri gelistiren bu gençlik patlaması adeta yerlesik düzeni
sarsan bir alt kültürel meydan okumaydı (Bora, 1988:7-8).
1970’lerden itibaren ise tekelci küresel ekonomik iliskilerin toplumları
etkisi altına almaya baslaması ve ulus devletlerin birçok sosyal politika
uygulamalarında etkisini yitirerek küresel kapitalist kültür endüstrisine yenik
düstügü ve 60’ların sonunda uç veren bu reddedici, protest gençlik alt
kültürlerini evcillestirdigi ve bunların temel unsurlarını, motiflerini içinde yer
aldıkları kültürel bütünlükten yalıtıp, ticarilestirdigi bir dönemin hâkimiyeti
altına girilmistir. Örnegin baslangıçta yerlesik kültüre içerik ve biçim yönünden
cephe alan rock müzik bir alt kültür unsuru olmaktan çıkmıs ve müzik
endüstrisinin elinde popüler kültürün gündelik kullanımlarının malzemesi haline
gelmistir (Bora, 1988:8). Dolayısıyla günümüzde gelinen noktada özgün
gençlik modaları ve alt kültürlerinin yok oldugundan bahsedebiliriz. Gençler
tarafından organik olarak biçimlenmis ve yaratılmıs özgün gençlik
kültürlerinden, kültür endüstrilerinin elinde ticari olarak imal edilmis ve
gençlige hazır sunulan, kısa süreli, geçici gençlik modalarına dogru kültürel bir
farklılasmanın yasandıgı görüsü, arastırmacıların büyük çogunlugu tarafından
benimsenmektedir.
Buna ek olarak küresellesmenin tek tiplestirici, kimliksizlestirici ve
aynılastırıcı dogasının dünya gençligi üzerindeki kültürel etkisi de kaçınılmaz
olarak gençlik kültürlerinin birbirine benzesmesi seklinde tezahür etmistir. Artık
gençlik deyince blue jean giyip, Coca-Cola içen, pop müzik dinleyen vs. gibi
tüm dünyada ortak deneyimleri paylasan ve tüketen bir kusak akla gelmektedir.
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
175
Günümüzde gençler daha önceki dönemlerde olmadıgı kadar ailelerinin
sahip oldugu kültürel ve ekonomik sermayeye bagımlı hale gelmislerdir. Sanayi
toplumunda genç örnegin alt sosyo-ekonomik düzeye sahip bir ailenin üyesi
olarak toplumsal tabakalasma piramidinde yukarı dogru bir sosyal hareketlilik
gerçeklestirebilmekteyken, günümüzde artık bu imkân neredeyse tamamen
ortadan kalkmıstır. Bu durumun ortaya çıkmasında ulus devletlerin bazı sosyal
politikaların uygulanmasındaki iradesini küresel piyasalara devretmesi ve
uluslararası sermayenin güdümüne bırakması etkili olmustur. 1960’lı ve 1970’li
yılların kapitalist meta iliskilerinin yabancılastırıcı ve insani degerleri yok edici
yükselisine karsı direnen gençlik, 2000’li yıllarda kapitalizmin en önemli
tüketici kitlesi haline gelmistir.
Gençlerin yasam dünyalarını kusatan tek etkinligin tüketim olması ve
bu baglamda gençlerin zihin ve ruh dünyalarında bir türlü dolduramadıkları
anlam bosluguna eslik eden yabancılasma duygusu, kendisini saldırganlık,
depresyon, madde bagımlılıgı ve hatta intiharlara varan düzeylerde nevrotik
sapkın davranıslar seklinde ortaya koymaktadır.
1960’lı ve 70’li yılların toplumcu, dayanısmacı, paylasımcı, dünya
görüsüne sahip yaratıcı genç kusaklarının son zamanlarda bireyci, hazcı ve
egoist bir dünya görüsüne sahip tüketiciler haline geldikleri görülmektedir.
Bu asamada günümüzde egitim sisteminin ve ailelerin de simdiye kadar
hiç olmadıgı ölçülerde gençlerin kimlik olusumları ve davranıs gelisimleri,
zihniyet sekillenmeleri üzerindeki yapıcı etkiyi istenilen düzeylerde
gerçeklestiremedigi görülmektedir. Bu baglamda okulların ve ailelerin isbirligi
halinde gençlere sorumluluk bilinci asılayarak ve onlara bazı sorumluluklar
yükleyerek genel müfredat bilgisinin dısında sanatsal ve sosyal faaliyetlere
yönlendirmeleri ve elestirel düsünebilmeyi, sorgulamayı gelistirecek çesitli
zihinsel etkinlikler gerçeklestirebilecekleri ortamları hazırlamaları
gerekmektedir.
Sahin, M.C. / Sosyal Bilimler Arastırmaları Dergisi. 2, (2007): 157-177
Bir cevap yazın